Melike Al

Melike Al

Mail: melike.al93@gmail.com

Demokrasi’nin Cephaneliği ABD

David Ignatius  25 senedir Ortadoğu’yu ve CIA’yi yakından takip eden Washington  hazırladığı Yazıda Orta Doğu olayını Değerlendirirken Şöyle demiş;

Ankara

Amerikalı üst düzey yetkililerle Irak ve Suriye’deki savaş alanlarını ziyaret turumuz, bölgenin en kuvvetli gücü ve aynı zamanda yüz sene evvel Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle modern problemlerin de başladığı yer olan Türkiye’de sona erdi.

İslam Devleti’ne karşı mevcut savaşla ilgili değişmeyen stratejik gerçeklik, bunun aslında çok daha büyük bir süreç olan, Ortadoğu’da Osmanlı sonrası yapının yeniden şekillendirilmesinin bir parçası olması. Sonucun ne olacağını veya sınırların neye benzeyeceğini şu anda bilmiyoruz; hatta -yerel güçlerin kendi bencil çıkarlarının kavgasını verdiği bir ortamda- ABD de aslında ne istediğinden emin değil. Ama insansız hava uçağı bombardımanlarının ve terör saldırılarının ortasında çoğunlukla gözden kaçırdığımız asıl büyük hikâye işte bu diye yazmış.

Birincisi, bence Amerikan askeri gücü hala rakipsiz.  Eski tabirle, ABD hala demokrasinin cephaneliği dir  ve Amerikan savaş aygıtı işi ele aldığında İslam Devleti gibi düşmanlara karşı yıkıcı bir ateş gücü devreye girmiş oldu.  Artık ABD ordusu Terör örgütlerine karşı çok daha saldırganca kullanılıyor.

İkincisi, Amerikan siyasi gücü ise sınırlı ve kafası karışık.  Siyaseten birbiriyle çatışan ABD’nin Sınırları var. Bir yandan Suriye ve Irak’ta üniter devletleri korumaktan bahsediyorlar; öte yandan şu anda kuzeydoğu Suriye’de Suriyeli Kürtler ve onların müttefikleri için güvenli bölgeye tekabül eden bir alan yaratıyorlar. Tıpkı 25 sene evvel [Z.T.K. Saddam Hüseyin’in askeri operasyonundan kaçan] Iraklı Kürtler için başlattığımız Çekiş Güç Harekâtı gibi, bu da Suriyeli Kürtler için özerk bir bölgeyi teşvik edecektir. Eğer ki Amerikalı stratejistlerin bu çatışan hedefleri bağdaştırma vizyonu varsa bilmem, Sean MacFarland. İslam Devleti’nin son dönemde giderek artan Bağdat’taki Şiilere yönelik terör saldırıları hakkında şunu söyledi: “Bir bakıma bu bizim başarımızın bir göstergesi, çünkü düşman taktiğini değiştirmek zorunda kaldı.” Bu tarz iyimser yorumları on senedir Irak ve Afganistan’da duyuyorum ve talihsiz gerçeklik şu ki, intihar saldırıları çaresizliğin göstergesi olsa da bölgeyi istikrarsız ve bir ölçüde yönetilemez kılıyor.

Askeri komutanlar siyasi destek tabanlarını aşmamak için dikkatli olmaya çalışıyorlar. Komutanlardan biri, bir tespitle İslam Devleti’ni kansere benzetti. Kanseri yok etmek için [tedavi sırasında] hastayı öldürmeyeceğinden emin olman lazım. Bir diğer komutan, İslam Devleti’ni başkentleri Musul ve Rakka’dan çıkarmanın doğru stratejisini anlatırken Arapça ifadeyle “yavaş yavaş” dedi.

Eğer ki bu savaşları, çok daha geniş bir çerçevede, onlarca yıl sürecek Osmanlı sonrası düzeni yeniden şekillendirmenin bir parçası olarak görürsek, kalıcı hatalar yapmanın ne kadar kolay olduğunun da farkına varırız. 1916’nın entrikacı sömürgeci güçlerinin yerini bugün, kendi milli menfaatlerine ulaşmak için yerel vekilleri birbirine karşı kullanan Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin entrikaları aldı. Kürtlerin hak ettikleri -ama bölgenin buna uyum sağlayamayabileceği- milli statü için bir kez daha oynadığını Düşünüyorum. Ve biz ABD’nin halini görüyoruz: güçlü, sabırsız, idealleriyle menfaatlerini nasıl bağdaştıracağından emin değil.