Osman Kamacı

Osman Kamacı

Mail: osmankamaci@hotmail.com

Süleyman, Aydın ve Suat

Ders Kimya ve Mustafa Düzgün Hoca çoktan konuya girmişti bile. Sınıftaki herkes onu çok seviyor, saygı duyuyordu. Bir baba gibi, bir arkadaş gibiydi. Herkesi dinler, herkesin nabzına göre şerbet verirdi. Asla öğrencilerine rencide edici cümleler kullanmaz, öğrenci öğretmen temelinde mesafe koymazdı. Tarih dersimize giren okul müdürü Özkan Ünlünün bile bu derece bir kredisi yoktu.

Mustafa hoca konuları bir yandan anlatıyor, bir yandan da eline aldığı beyaz tebeşirle şematik olarak kara tahtaya yazıp, çizmeye çalışıyordu. Derken, dışarıda bir kargaşa, bir gürültü sanırsın harp çıktı. Durum karşısında daha fazla kayıtsız kalamadık ve başta Mustafa Düzgün hocamız olmak üzere hepimiz dersi bıraktık sınıfımızın bulunduğu üçüncü katın camlarına doluştuk. Yukarıdan kuşbakışı bakıldığında okulun sağında bulunan Basketbol sahasının bulunduğu yöne odaklandığımızda gözlerimize inanamadık ve şaşkınlıktan bir an ne yapacağımızı unutmuştuk. Bir karmaşa, bir kargaşa, kim kiminle kavga ediyor, anlamak mümkün değildi. Kafa atanlar, yumruk sallayanlar, uçan tekmelere sığınanlar… Ne ararsan var. Kısacası ortalık toz duman. Bir de ne görelim? Süleyman Kamacı, Suat Bulut ve Aydın Yıldız başrolde ve okul hademeleriyle cenge tutuşmuşlar. Ve artık pencereden bir seyirci gibi beklemek olmazdı tabi. Mustafa hoca'nın tüm çabasına rağmen, kulağımızı tıkadık ve öfkeyle sınıftan dışarı fırladık. Teknik ve Fiziki destekte bulunmak için Öner Avşar, Kenan Öztürk ve Tağı Aktürk ile birlikte basketbol sahasına ışınlandık. Biz basamakları üçer beşer inene kadar polis ekipleri çoktan gelmiş, terörist eylem içinde bulunmak üzereyken Okul müdürü Özkan Ünlü yönetimindeki Ardahan lisesinin kahraman hademeleri arkadaşlarımızı derdest ederek, emniyet güçlerine teslim etmişlerdi. Yaşanan didişme sırasında hem hademelerin hem de ders zilinin iki dakika önce çaldığı halde yinede derse girmek isteyen, ancak okul hademelerince engellenen ve bundan dolayı '' Vay, sen bizi nasıl içeri almazsın,, çıkışıyla efelenerek Lisenin giriş kapısından Basketbol sahasına kadar geri püskürtülerek muçurlanan kahramanlarımızda sağlam bir tek üst baş kalmamıştı. Emniyet güçleri azılı iki terörist yakalamışçasına mağrur ve sorumluluk görev aşkıyla ters kelepçeleyerek Aydın ve Süleyman'ı birer patates çuvalı gibi karga tulumba araçlara koyarak karakolun yolunu tuttular.

Suat mı? Suat Polis aracının gelmekte olduğunu erken fark etti. Kargaşadan faydalanarak bir anda ortada kayboldu. O Gürcübey'de çay keyfi yaparken,  Süleyman ve Aydın çoktan sidik kokan karakolun nezarethanesinde ikamet etmeye başlamış, sunulan ikramlardan nasiplenmeye başlamışlardı bile. Suat için bir şey diyemem ama Süleyman ve Aydın için o kadar şanssız bir gündü ki, insanın ''böyle şansın içine diyesi, geliyor. Olaydan bir gün önce okulda siyasi nedenlerden dolayı bir kavga olmuş, taraflar arasında bıçaklı yaralanmalar meydana gelmişti. Yaşanan bu kavga sırasında okulun içinde de bir iki hasar oluşmuş, ancak olayın faillerinden hiç kimse yakalanmamıştı. Derken ertesi gün '' Vay sen bizi nasıl derse almazsın,, tartışmaları bir gün önce yaşanan olayın faturasını irsaliyesi ile birlikte bizim canların önüne koydu.

O gece hiç birimiz uyumadık. Hepimiz millet bahçesinde ve zaman zaman Timur Tekgül'ün tekel büfesinin köşesinden karakolun yanan ışıklarına sabitlenmiştik. 12 Eylül'ün adım adım yaklaştığı ve ortalığın çok karışık olduğu günlerdi. Kimse korkudan sesini çıkarma cesaretini ortaya koyamıyordu. Babalar bile biraz yüreklenip karakola doğru bir hamle yaparak'' Benim oğlumun suçu nedir, neden içeri aldınız,, diyerek hareket etmeyi aklından geçiremiyordu. Aydın'ın babası rahmetli Kerem amca ile Süleyman'ın babası Rahmetli Selim amcam sabaha kadar karakolun açık pencerelerinden yankılanan yüksek volümlü müziğe karışan evlatlarının işkencede yeri göğü inleten feryatları karşısında kahırların en büyüğünü tattılar. Dayanılmaz acılar yaşadılar. Karakulun penceresinden caddeye fırlayan her bağırtı can evlerine inen kör bir bıçak kıvamındaydı. Her ikisi de yerinde duramıyor, ortak duygulardan hareketle birbirlerine sarılarak, adeta birer çocuk gibi sabaha kadar hüngür hüngür ağladılar. Ağladılar.  Sabahı nasıl ettik, belli değil. Güneş yavaş yavaş yüzünü gösterince müziğin sesi kesilmişti. Hiç bir şey olmamışçasına Ardahan'a bir sessizlik hâkim olmuştu. Bu iyiye işaretti. Bu demektir, artık işkence yapılmıyordu. En azında biz öyle düşünüyorduk. Bu arada Okul müdürü Özkan Ünlü, kavgaya karışan hademeler ve Ardahan'ın namı diğer Cano abisi, Cihanşah Özer karakola girip çıkmaya başladılar. Polislerin her yerde fellik fellik aradığı Suat'ta Cano abi tarafından aynı sabah getirilmiş, karakola teslim edilmişti.

Polis karakolunda bu hareketlilik yaşanmaya devam ederken, biz okulumuza gittik ve derslerimize devam ettik. Aradan birkaç saat geçmişti ki, Süleyman, Aydın ve Suat okul müdürü eşliğinde derse girdiler. Suat'ta bir şey yoktu. Fakat Süleyman ve Aydın'ın yüz hatlarındaki deformasyonlar gözden kaçmıyordu.  O kadar hırpalanmışlar ki, ne dudak kalmış, ne kafa göz. Her taraf çürük ve yara bere içinde. Uzaylı görmüş gibi hepimiz etraflarını sarmıştık. Anlatmaya çalışıyorlardı ama bir türlü dudaklarındaki yaralardan izin alamıyorlardı.

Nasıl serbest bırakıldıklarını firari Suat anlatmaya başladı. ''Karakolda ifadelerimiz alındı. Müdür bey ve Hademeler şikâyetlerinden vazgeçerek, durumun bir yanlış anlaşılmadan kaynaklandığını anlattılar. Onların ifadesi de dosyaya koyulduktan sonra mahkemeye çıkarıldık. Hâkim dosyayı inceledi ve bizi dinledikten sonra suçsuzluğumuza karar vererek tahliye etti,,

Aydın hiç durur mu?

Ola o Diyarbakırlı komiser Mehmet var ya, o şerefsizin eli ne ağırmış laaa…